prof. dr. hakan olgun

Ramazan oruçlusunun muhalif duruşu

01 Mar 2025
Ramazan oruçlusunun muhalif duruşu

Ramazan orucu, iki milyarlık devasa bir cemaatin bir ay boyunca ve kesin bir kararlılıkla, modern çağın seküler kurgularına karşı, başka hiçbir siyaset ve ideolojinin sağlayamadığı bir meydan okuma ve muhalif bir duruş hali; bu duruşla bütün bâtıl kurguları değiştirme niyetidir.

“Kızgın kum üzerinde yürürken ayakların yanması” durumuna işaret eden “ramazan” kelimesinin, insanın cildine etki eden bir yanma hissiyle ilişkisi kurulabilir. Buna, kendi fasit dünyasının hayal alemi içine gark olup benliğini yitirmiş insanın eline dokundurulan bir köz parçasının, o kişiyi acıyla sıçratarak kaybolduğu dünya dehlizinden uyandırma etkisi mi desek! Hafifçe yakarak insanı kendine getiren “ramazan” idrakinin davranış boyutu oruç ibadeti ile kendini gösterir. Bedenimiz açısından sahur ile başlayıp iftar arasına sıkıştırılmış aç ve susuz halde “iftarı beklemenin”, ruhumuz açısından idraki çok daha farklı olmalıdır. Çünkü oruç, şeytanın baştan çıkaran çağrılarıyla günaha meylettirdiği nefsimize adeta bir kor parçası dokundurarak onu zapt u rapt altına alma yetkisinin sahibidir.

Kurban ibadetinin hikmetinin, fakirlerin en azından senede bir kez et yemesine bağlanmasındaki hatada olduğu gibi oruç da aç insanların halinden anlaşılması gibi harici bir sebebe bağlanır hep. Halbuki orucun hikmeti, aç insanların halinden anlamak değil insanın kendi benliğini geri alma mücadelesi, yani kendi halinden anlama gayretidir. Ancak modern günlerimizde orucun yeme-içme “düzenlemesi” olarak görülmesi, ne yazıktır ki iftar ve sahurların bir gastronomi şölenine dönüştürülmesine yol açmıştır. Fakat orucun, hele ramazan orucunun, ahiret hesabından uzaklaştıran şeytani tuzaklarla dolu dünyaya ve içindeki bütün bütlana karşı mü’min bilincin büyük bir meydan okuması olduğu nedense pek fark edilmez.

Oruç ibadeti günlük beslenme alışkanlığından uzak kalmak, uzun süren açlık ve susuzluk hali, iftar saatini beklemek ve sahur için uyanmak gibi yeni davranışlarla, alışılmış gündelik yaşamın seyrini alt üst eden bir etkiye sahiptir. Yemek öğünlerinin değişmesi, uyku düzenin bozulması, sosyal ilişkilerin farklılaşması, alışkanlıklar psikolojisinin dumura uğraması, günlük davranışların sınırlanması gibi dünyevileşmiş bireyin gündelik yaşam tarzını tersine çeviren bir zorlama halidir oruç. Yine oruç, insanları, alışageldikleri yaşamlarından koparan, modern kuralların düzenleriyle çelişen, alışkanlıklarını alaşağı eden, onları bastıran ve geren bir etkiye sahiptir. Bir anlamda oruç mü’minin benliğini açlık ve susuzluk haliyle kontrolüne alırken, esasen onun bütün dünyevi alışkanlık ve iştiyakına gem vuran bir feragat ve gerilim psikolojisine sevk eder. Böylece oruçluyu, içinde adeta kaybolduğu bütün süfli kural ve alışkanlıklara baş kaldırmaya tahrik etmekte ve yeni bir tarzın mümkün olduğuna işaret etmektedir.

Bu sebeple oruç, açlık ve susuzluk ibadeti gibi görülüp iftar sofrası beklentisine dönüştürülen bir davranış şekline sıkıştırılamaz. İftardan sonrasına da uzanacak şekilde, aç ve susuz kalarak dünyevi hesapların, kitapların, ihtirasların ve hayallerin önüne geçen bir “vazgeçme” halidir oruçlu olmak. Aç ve susuz ruh hali, dayatılanın aksine “başka bir yaşam mümkün” diyerek bütün ezberletilmiş gündelik rutinlere meydan okumaktır: “Bizim dışımızda dönen dünya çarkına ve bu dünyanın ihtiraslarına boyun eğmeden de yaşanır” demektir. Böylece mü’minin kendine olan güveninin arttığı ve rabbine olan imanının güçlendiği, yani “benim dışımda akan bir dünyaya dalarak boğulmak zorunda değilim; inandığım gibi yaşama iradesini gösterebilirim” demektir. “Geçmiş kavimlere yazıldığı gibi bize de yazılan” oruç ile dünyevi statükoya meydan okumak demek, dünyevileşmeye direnen önceki peygamberlerin çizdiği İslam’ın tarih çizgisinde saf tutmak demektir.

Kısacası orucu yeme-içme ibadeti olarak değil, açlık ve susuzluk ile dünyadan ve içindekilerden vazgeçebileceğimiz bir fırsat olarak görüp bu ibadeti bir protesto haline getirebiliriz. Bu protestonun anlamı, gönüllü açlık ile nefsine direnen mü’min, dünyaya ve dünyadaki bütün ideolojiler ile bâtıl düzenlere de direnir demektir. Orucun açlık ve susuzluk duygusu, dünyevi olan her şeye hem bedenle hem de bilinçle muhalefet etmek demektir. Bir de bunu, iki milyara yakın sayısıyla bütün bir ümmet olarak aynı anda ve alışkanlık sağlansın diye bir ay boyunca yapmak, modern çağın kurulu düzenlerine en müthiş meydan okuma değil midir? Bir dinin bütün mensuplarının aynı anda sergilediği bu duruş, yeryüzünde mevcut hiçbir din ve ideolojinin sağlayamadığı müthiş bir örgütlenme değil midir? Bize benliğimizi hatırlatan “ramazan” isimli kor ateşinin acısını bedenimizde hissetmenin tevhidî duruşu bu olsa gerek ya da “ne kadar az düşünüyoruz!” (Mü’min 58).